hesabın var mı? giriş yap

  • jandarma komutanıyken üç saat içinde önce kara kuvvetleri komutanı sonra da genelkurmay başkan vekili oldu. böyle giderse sabaha kadar mareşal olur.

  • yine evimin baş köşesine oturmuş kitabımı okuyorum. başucumda şarabım, arka fonda da hafif bir müzik, ambiyans o biçim...
    yok yok! mal mal takılıyodum evde, arkadaş aradı:

    ark: mimilo nabıyon hafız ? bi maruzatımız vardı, müsait misin ?
    ben: hiç olmadığım kadar, söyle dinliyorum.
    ark: olm kapıda kaldık lan sana ihtiyacımız var.
    ben: kaan, çilingir olduğumu sanmıyorum ehehehe!
    ark: ya kes amk espiri yapma... sizin kulüpten*iniş malzemelerini alıp gelsene, çilingir hayvan gibi para istiyor. sen iki dakkaya halledersin hadi çabuk!
    ben: ne yapmamı istiyon anlamadım ?
    ark: ya olm üst kattaki komşunun balkonundan bizim balkona inip açıcan işte kapıyı o kadar.

    neyse efendim depodan ipti, kemerdi, karabinaydı* alıp geçtim bunlara. evde iki kişi kalıyorlar, birisi anahtarını unutmuş birisi de malak gibi kampüsün çimlerinde yayılırken düşürmüş. kapı da çelik ve üstten kilitli olunca çilingir sağlam bir fiyat çekmiş bunlara, sonra da beni arıyorlar işte...
    olay basit. üst katta ki komuşuya durumu açıklayıp izin aldıktan sonra, evin herhangi bir noktasına ip ile iniş için ana emniyet noktası kurup, bizimkilerin balkonuna inicez. benim için sıradan bir olay ancak bunu site ahalisine bir türlü açıklayamıyoruz. üstte oturan hacı teyze, nuh diyor peygamber demiyor. düşücen kızanım ölecen, vebali boynuma kalacak falan şeklinde isyanda. uzatmayalım, bizimkiler uzun dil dökme sonucunda ikna edebildiler teyzeyi... bana bir şey olursa komuşlar şahitmiş, teyzenin hiç bir suçu yokmuş vs...
    tabi bu sırada teyzemiz apartmanı ayağa kaldırdığı için herkes noluyo diye kapılara çıktı. sonra da siteye yayıldı.(5 bloktan oluşuyor)

    ben sistemi kurdum, bizim çocukların balkona doğru yavaşça indim ipten çıkmaya hazırlanırken, alkış kıyamet koptu. kafayı bi çevirdim aşağıda rahat 15-20 kişi beni izliyormuş. bi o kadarı da cama döküldü, napıyor bu deli diye.
    velhasıl, büyük çaplı bir tantanın ardından bizimkilerin balkonunda girip, evde unutlan anahtarla kapıyı açtım. ve bunların hepsini 1lt'lik marmara gold karşılığı yaptım.(2 bira demiştim ama böyle daha ucuz oluyor diye buna layık gördüler beni)
    sonuç olarak iyi sükse yaptık sitede. arkadaşlara ne zaman gitsem görenler,
    "tarzan napıyosun beaa?" diye selam veriyor...

  • edit: başlık başa kalmış. başlığı açan yazar uzun bir liste yapmıştı, içinde jeoloji de vardı. işbu entry, ona istinaden yazılmıştır.

    içlerinden jeoloji öylesine gereksizdir ki, aylar önce erzurum'da şev duraylılığı bilgisizliğinden aşağı kayıp ülke bütçesine milyon dolar zarar veren tesisle alakası yoktur.
    3. havalimanı ve 3. köprüyle ilgili saha çalışmalarında bizzat doktorlar ve avukatlar çalışır.
    petrol ile ilgili saha araştırmasını da ebem yapar. keza raporu da yine ebem hazırlar.
    mars'tan alınan kayaç numunelerini dişçiler incelemektedir.

    aylar sonra gelen edit: yine amerika'da usgs, gezegenlerin jeolojik yapısını irdeleyen kendisine bağlı bir astrojeoloji departmanına sahip. keza nasa'da çalışan jeologlar mevcut. adamlar şu sıralarda sen göbeğini kaşırken muhtemelen new horizons'tan son gelen görüntüler ışığında plüton'daki jeolojik faaliyetleri, tektonizmanın olup olmama ihtimalini yorumluyor, jupiter'in uydusu europa'nın yüzeyinde gözlenen yapılardan, kabuğunun altında ~100km (challenger deep'in kabaca 10 katı) derinliğinde bir okyanusun varlığından ve yitim zonlarından söz ediyorlar. io'nun volkanik faaliyetleri ve püskürttüğü gaz hakkında incelemeler yapıyorlar. 67p/churyumov-gerasimenko üzerinde yapılan çalışmaları paleontolojik bulgular ile sentezleyerek yeryüzünde hayatın orijinine dair teoriler üretiyorlar. mars'a yapılması tasarlanan insanlı görevlerde görev alacak bilim insanları içinde jeolog var. curiosity ve mars reconnaissance orbiter tarafından sağlanan verileri jeolog yorumluyor. aralık 1972'de, apollo görevlerinin sonuncusu olan apollo 17 göreviyle ay'a giden harrison schmitt bir jeologtu ve 111 kg numune ile dünya'ya döndü. ha "bunlar benim ne işime yarayacak?" diyorsan o senin problemin.

    bunun dışında fosil yakıtlar başlı başına jeoloji ve jeofizik ile ilgilidir. karbonifer döneminde oluşan kömür yataklarından tut, deniz dibine gömülmüş canlıların fosilleri sayesinde hayatımızda yer edinen petrol ve doğalgaz gibi yakıtlar bugün insanoğlunun temel enerji rezervini oluşturur. ha "ben hiç bunlara bulaşmayacağım, nükleer santrallerde kendi enerjimi kendim üreteceğim" diyorsan da uranyum ve türevi radyoaktif elementlere mecbursun. bunların nerelerden nasıl elde edileceği ile bu adamlar ilgileniyor.

  • hacca giden müslümanların üç gün üst üste şeytan taşladıkları kuyudaki taşlar için suudi arabistan'ın ürettiği muhteşem bir çözüm var :

    atılan taşlar aşağıdaki delikten iner, orada kurulan tesiste yedişerli olarak yeniden poşetlenir. bu poşetlenmiş taşlar hacılara poşeti 3 dolardan yeniden satılır.
    tahmini 5 milyon hacı, her biri 9 poşet taş alıyor. etti mi 45 milyon poşet taş.
    tanesi 3 dolardan eder 135 milyon dolar cebe giriyor yani.

    müslümanların, şeytanla ortaklığının çıkarı.

    ne güzel değil mi ?

    edit: arkadaşlar bir düzeltme yapmam gerek. suudi arabistan'ın ülke olarak değil, saadece bir kısım suudi'nin uyguladığı bir durum yukarıda anlattıklarım. bir çeşit işi karaborsaya düşürme, inidiregandi yani. çevrenizdeki hacılara sorarsanız bir kısım bunu doğrularken bir kısım da yalanlayacaktır.

  • inşaat ile siyaset yakın ilişkilidir. ufukta seçim olduğunda, savaş olduğunda,belirsizlik olduğunda insanlar uzun süreli borca girmez elinde nakiti olanlar da bekletmek ister. ekonomi belki bir süre daha stabil gidebilirdi fakat yönetenin haziran-kasım-referandum-belediyeler-başkanlık ve milletvekilliği seçimlerini 2-3 yıla sığdırma inadı ve ordunun aktif sınırdışı operasyonda olması 15 temmuz vs derken malum son çok daha öne çekildi, büyük büyük inşaat şirketleri işlerini durdurmaya başladı. winter is coming.

  • neden bize 384 bin km uzaklıktaki ay yerine 54 milyon km uzaklıktaki mars'a koloni kurmaya çalışıyoruz?

    ay, dünyamıza mars'ın olduğundan 142 kat daha yakın, ayrıca ay'ın yerçekimi kuvveti mars'a göre daha düşük olduğu için yük taşıyan uzay araçlarını fırlatmak ay'da mars'a göre çok daha kolay. ancak buna rağmen dünya dışı ilk koloninin ay'da değil mars'ta kurulması planlanıyor.

    mars'ın ay'a göre daha "yaşanılabilir" olmasının birkaç nedeni var.

    ----

    atmosfer

    ay'ın atmosferi yok, yani ay'ın etrafını saran ve canlıların solunum için kullanabileceği bir gaz katmanı bulunmuyor. mars'ın ise karbondioksitten oluşan bir atmosferi var. bu bitkilerin fotosentez yapmaları için çok uygun bir atmosfer, yani solunabilir bir hava oluşturmak için bitki yetiştirmek yeterli olur çünkü fotosentez yapan bitkiler oksijen üretir. ayrıca karbondioksitten hidrojen yardımıyla su ve organik bileşikler (metan v.b) elde edilebilir.

    ayrıca atmosferin varlığı gece ve gündüz sıcaklığı arasındaki farkın da daha düşük olmasını sağlıyor. ay'da gece gündüz sıcaklık farkı ortalama 270 santigrad derece iken marsta bu fark sadece 80 santigrad derece oluyor.

    atmosfer olmadığında güneş ışınları atmosferde dağılıp gündüz bir gökyüzü oluşturamıyor. yani ay'dayken güneş doğmuş olsa bile gökyüzü aydınlanmıyor. ay'da güneş doğsa bile gökyüzü bu şekilde görünüyor. mars'ın gündüzü ise şöyle görünüyor.

    atmosferin varlığı güneş'ten gelen zararlı elektromanyetik dalgaları da önlüyor, bu zararlı dalgalar dna'mıza zarar verdiği için kansere yol açıyor.

    kısaca bir gök cisminin yaşanılabilir olması için en önemli kriter atmosferinin olup olmadığı. eğer atmosfer yoksa orada yaşamak mümkün değil.

    ----

    gün uzunluğu

    mars'ta bir günün uzunluğu -yani mars'ın kendi etrafında dönüşü için geçen süre- 24 saatten biraz daha fazla. ay'ın kendi etrafındaki dönüşü ise 28 dünya günü sürüyor. mars'ın günü neredeyse dünya'daki gün uzunluğuna eşit olduğu için mars'a yerleşen insanlar alışkın oldukları günlük saat düzenlerini değiştirmek zorunda kalmayacaklar.

    ----

    su

    mars yüzeyinde ve içinde su olduğu neredeyse kanıtlandı, ay'ın ise sadece kutuplarında az miktarda su bulunuyor. insanlar mars'a gittiklerinde ilk yapmaları gereken şey su kaynağı bulmak ve etrafına yerleşmek olacak. su sadece içmek için değil tarım yapmak için de gerekli.

    ayrıca suyun ve atmosferin varlığı meteorolojik olayları da mümkün kılıyor.

    ----

    yerçekimi

    mars'ın yerçekimi ay'dakinin yaklaşık 2 katı. dünya'da 90 kilogram ağırlığındaki bir insan ay'da 15, mars'ta ise 34 kilogram gelir. yerçekiminin fazla olmasının en büyük avantajı atmosferdeki gazları gezegenin yüzeyine yakın tutması, solunum ve fotosentez için uygun bir alan oluşturması.

    ayrıca yerçekiminin az olması insanların kemik ve kas kütlesini de azaltıyor, bu yüzden uzun süre uzay istasyonunda yaşayan astronotların kemikleri ve kasları son derece güçsüzleşir. ay'da uzun süre yaşamak insan vücudunu çok kırılgan ve güçsüz hale getirirdi.

    yerçekiminin fazla olması sayesinde güneşten gelen solar radyasyon mars’ın kutupları tarafından emilerek zararsız hale geliyor. dünyamızın kutupları da solar radyasyonu emer ve kutup ışıkları da bu sayede oluşur. ancak ay’ın yerçekimi kuvveti bu radyasyonu zararsız hale getirmek için yeterli değil.

    ----

    tarım

    ay yüzeyi, atmosfer ve su olmaması, sıcaklık farklarının çok yüksek olması nedeniyle tarıma uygun değil, ayrıca ay yüzeyi regolith adı verilen camsı kaya tozlarıyla kaplı olduğu için bitki yetiştirmeye uygun bir toprak yapısı yok. mars'ta ise atmosfer ve toprak yapısının uygunluğu mars'ı bitki yetiştirmek için daha uygun kılıyor.

    edit: bunu yazdıktan iki gün sonra mars’ta su bulundu.

  • dayının kombo yapıp içinden geçtiği öğretim üyesi. buğdayın mazotun fiyatını bilemeyince, cepteki telefona umut bağladı. ama darbenin büyüğünü ordan yedi. tuşlu telefon çıktı. dokunmalı, ellemeli telefon çıksaydı ona sözü hazırdı oysa ki.

  • anket yapmıştım zamanında. allahım çok zor işti. 180 lira için çalmadığım kapı kalmamıştı. bu işi deneyimledikten sonra gördüğüm tüm anketör arkadaşlara önce gülümser, insan gibi selamlaşır, sonra dinler, sorularını cevaplarım. yüzüme o kadar çok kapı kapanmış, o kadar azar işitmiştim ki yaşadığım stresi ölsem unutmam.

  • lisans sonrası tam 3 yıl içinde bulunduğum, birçok şeyden feragat etmek zorunda kaldığım, 9 yıl süren ilişkimin bitmesine sebebiyet veren, birisi “ne iş yaptığımı sormasın” diye dua ettiğim, kendimi toplumda gereksiz bir insan gibi hissettiğim çok kötü bir dönem, süreç.

    lisanstan dereceyle mezun olduğumda çok parlak, idealist hayallerim mevcuttu. bu hayallerimi çeşitlendirmek adına yüksek lisansa da başlamış ve dört bir yandan tüm kurum, kuruluş sınavlarına katılıyor; üniversitelerin akademik kadro ilanlarına başvuruyordum.

    kimi sınavları geçip mülakatlara kalıyor kimi sınavlarda ise ben başarısız oluyordum. asla ve kat'a bir referans bulma niyetinde değildim. ilk mülakatlardan elendiğim zamanlar “demek ki yeteri kadar başarılı değilim. eğer gerçekten başarılı olursam, tüm sorulara doğru cevap verirsem, her şeyi layıkıyla yaparsam beni nasıl eleyecekler ki” düşüncesiyle her başarısız sınavdan sonra daha da hırslandım. ki bu durum kimi puanlarımı yükseltmeme sebebiyet verdi.

    ama olmadı. her başvurudan elim boş döndüm. yükseğimin ikinci yılında kız arkadaşımın annesi artık bu ideallerimden vazgeçmemi, bir iş bulup çalışmamı; kariyermiş, akademiymiş boş vermemi yavaş yavaş dillendirmeye başlamıştı. hı allah var, kız arkadaşım beni bildiği ve bana inandığı için tek bir şey dahi söylemedi ancak annesi, her görüşmemizde bir işe girmemi söyleyip durmaya başlamıştı. ancak kız arkadaşıma güvendiğimden pek kulak asmadım.

    hani büyüklerimiz derler ya “bir kızın aklını anası doldurur” diye. ve bir gün geldi çattı, çok da büyük olmayan bir tartışmamızın ardından ayrılma kararı aldık. diğer tartışmalarımız gibi bir şey sanırken kendisi 3 ay gibi kısa bir süre geçince bir devlet memuruyla nişanlanıp 1 ay sonrasına da evleniverdi. kendimi bir halt olamamış, gereksiz bir insan olduğumu hissettiğim andı.

    ben ise hâlâ ailemden harçlık alan eşşek kadar adamdım. gerçi adam dahi diyemiyordum kendime. şükür ki ailemin durumu fena değildi ancak yine de birilerine yük olma hissi, arkadaşlarımın bir şekilde iş güç sahibi olması, evlenip çoluğa çocuğa karışanların olması ayrı meseleydi. son olay sonrası ise her şeyi bırakıp yüksek lisansım devam ederken asgari ücretle çalışan işçi oldum. akademinin, kariyer hayallerimin önemi yoktu artık.

    bir işte çalışmak iyi geldi. onu da sağ olsun kuzenim ayarladı. yani işçi olabilmek için dahi kendim bir şeyleri başaramadım. tezi, sınavlara hazırlığı bıraktım. yaptığım iş basitti. kafa yorulmayacak bir işti. çalıştığım yerde üni mezunu 2-3 kişiydik ki onlar da borçları için kısa süreli çalışmaya başlamışlardı. yüksek yapan tek kişi ise bendim. hiç zoruma gitmedi. hatta sağolsunlar saygı gösterdiler. hoşuma bile gitmişti.

    böylelikle tez sürecimin son senesine geldim. kurum sınavlarında da sürekli başarısız oluyordum. umudumu da kesmiştim zaten. elimde yalnızca yds ve ales puanım vardı. bu sebeple yalnızca araştırma görevlisi ilanlarına başvuruyordum. baktım yaptığım iş ömürlük değil. e hafif kafamı da toplamışım biraz. istifa edip 3-4 aylık bir sürede tezimi tamamlamaya çalıştım. psikiyatrik yardım da alarak tezimi tamamlayabildim.

    devlet-özel tüm ilanlara başvuruyor ama gelgelelim her mülakattan itinayla eleniyordum. çünkü çalıştığım için sınavlara çalışmayı da bıraktığımdan daha düşük puanlar almaya başladım. neyse ki ales ve yds puanların geçerliliği uzundu fakat bizzat kendi hocalarım bile açılan ilanların kişiye özel olduğunu, o kişi gelmezse ancak bir şansımın olacağından bahsediyordu. ülkemin 5 coğrafi bölgesine de mülakatlar sebebiyle gidiyor; yol ve konaklama masraflarıma psikolojik hasar da ekleniyordu. bazı mülakata kaldığım üniversitelerin basında çıkan liyakatsizlik haberlerine bakıyor, aile okulu olmuş olanlara gitmemeye karar verdim. hem masrafı hem sonucu belli olan bir sınavı karşılayacak maddi-manevi gücüm yoktu.

    artık canıma tak ettiği için ben de referans bulayım dedim. benim başım kel miydi? (bu süreçte iyice döküldü gerçi ama neyse) ancak sağdan-soldan birçok dedikodu duymaya başlıyordum. falanca yerdeki müdür 100.000 lira istiyormuş, şu kadro için referans 50.000 imiş. işe girdirme karşılığı iki maaşa anlaşılmış vs.

    sistem buysa, işler böyle yürüyorsa, bu kokuşmuşluk ve çürümüşlüğe bulaşılmadan bir yerlere gelinemiyorsa el mecbur kabul ettim. ama ne oldu bilin bakalım? muhtarından tutun ankara'ya varana dek eş-dost vasıtasıyla birilerini bulmuştum ama olmuyordu. ona cv gönder, buna rica et derken hepsinden de ya ret geliyor ya da en iyi ihtimal yedek aday oluyordum. vermeyince mabud neylesin mahmud hesabı rızkımın da kısmetimin de bağlandığını, artık benden bir halt olmayacağını düşündüm. birilerini bulmanın da işe yaramadığına kanaat getirdim. allah'ın yürü ya kulum demesi gerekiyordu.

    tez savunmamı da verip artık marketlerde kasiyerlik için başvurmayı düşündüm. hiç olmazsa bir marketin yönetim kadrosuna kadar yükselmeyi hedefime koyacaktım. geçenlerde üni'den arkadaşım bir ilanın açıldığını, kendisinin başvurduğunu, bana da “başvursana beraber sınava girelim” dedi.

    size tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki sırf üni'den arkadaşımla birlikte sınava girebilmek, sırf başvurmuş olabilmek için başvurmuştum. sınavın konularına bir sayfa dahi açıp bakmadım. sınavdan çıkınca kötü geçmiş, verdiğim sınav parasına acımıştım ki arkadaşım ertesi gün yine başka bir kurumun sınav açtığını söyledi.

    ikinci sınava tenezzül dahi etmedim. param boşuna gidiyordu. tez savunmamı da verip kaderime yazılanı beklemeye koyulacaktım ki hiç ummadığım şey oldu. kurum sınavını geçmiş ve mülakata kalmıştım. şaşırdım. sınavda bilmediğim soruları sallamış olan ben, yanlışın doğruyu götürmemesi sayesinde mülakata kalmıştım.

    ve en nihayetinde, “nasıl olsa alınacaklar bellidir” diyerek ve tamamen beklentisiz bir şekilde o kadar rahat girdim ki mülakata; bundan öncekilerde neden bu kadar kendimi sıktığımı sorguladım. gram heyecan, stres yapmadan karşımdaki jüri üyeleriyle o kadar sakin bir şekilde konuştum ki zaten kaybettiğim mülakatlardan alışıktım her şeye. öyle ki mülakat sonucuna arkadaşım haber verdi. normalde sonuç açıklama tarihinde sabahtan itibaren web sitesini yenileyen ben hiç oralı bile değildim. sonuçlarımıza baktığımızda ikimizin de başarılı olduğunu gördük. ve ben, inanın ekrana bakıp nasıl tepki vermem gerektiğini bilemedim. ağlayamadım, sevinemedim, şaşıramadım, heyecanlanamadım da. öylece bakakaldım.

    sevgili sözlük ahalisi; umudunu kaybetmiş, işsizlikten ya da hayallerinden vazgeçip karamsarlığa düşmüş kardeşlerim…

    bunu buraya yazmak istedim çünkü benim de başımdan hangi badirelerin geçmiş olduğunu bilmenizi ve böylelikle geleceğinize ve hayallerinize dair elimden geldiğince ufak da olsa umut olabilmeyi istedim. ''e artık senin tuzun kuru'' diyebilirsiniz ancak bu sebeple uzunca yaşadıklarımı yazmaya çalıştım. belki benden daha kötü durumlar yaşadınız ya da yaşıyorsunuz. ben de tam umudumu kaybetmişken bir şeyi başarabildim. şeytanın bacağını kırabildim. dilerim siz de gönlünüzden geçen hayallere er ya da geç kavuşur ve sizin hikayelerinizi buradan okuruz.

    herkesin gönlündeki hayali yaşaması dileğiyle.

    `ps:` hı şunu da söylemeden geçemeyeceğim. eski ilişkimin şimdi olmamasından dolayı gayet rahatım. üstelik hayatımda biri olmamasına rağmen “böyle olması gerekiyormuş” diyebiliyorum. ancak yine de onca yıl başarısız sonuçlarıma beraber baktığım kadınla başarılı sonucuma da beraber bakmayı isterdim. evlilik mutluluğunu olmasa da en azından bu mutluluğu birlikte yaşamayı hak etmiştik diye düşünüyorum.

    debe editi: sözlükten o kadar güzel mesajlar aldım ki kendi çevremden bu kadar samimi, güzel temenniler almamışımdır. ne desem bilemedim bu yüreği güzel insanlara. herkese en güzel temennileri diliyorum.

    debe editi ii: yav arkadaşlar, kardeşlerim, ağabeylerim, ablalarım… ne yapıyorsunuz böyle. beni ağlatacaksınız. çok çok güzel mesajlar gelmeye devam ediyor. iyi ki varsınız. iyi ki bu sözlüğe üye olmuşum. bir de kapatıyorlar şu güzelim ortamı.